ÇUKUROVA’DA BİR PUDUHEPA (2) SEDAT MEMİLİ YAZDI…

0

Hz. İsa’nın insanlığın günahını yüklenmesi bile, Kybele’nin kadın olarak çektiklerinin yanında hiç kalır…

Çırçık Sanat Galeri’sinde 2 – 4 Aralık arasında düzenlenmiş olan “Çukurova’da Bir Puduhepa” etkinliğinin Etkinliğin 2. Bölümü

GREK RÜZGÂRIYLA TARANMIŞ SAÇLAR

Sibel Atasoy: Sybil: Deri üzerine çizilmiş bir kadın figürü gördüm. İnsana huzur veren yumuşak boyalı… Pastel. Figür çok ilgimi çekti.

Belirsiz yürüyüşlerin, kralsız ırkların, yeniden doğuşun ve var edişin simgesi olan ilk tanrı Kybele’yi çağrıştırdı figür. Günümüzün çirkin, geçmiş çağların muhteşem güzelliği…

Ancak emin olamadım. Kybele benim gördüğüm kadarıyla göğüsleri üzüm salkımı şeklindeydi. O sırada pastel boya gibi huzur gülüşlü bir hanımefendi yaklaştı. Ona:

“Bu teyzemin kızı Kybele’mi acaba” diye sordum. Espriyi hemen kavradı.

“Evet” dedi ve ekledi “Ben de Sybill…”

“Ama benim tanıdığım Kybele sanki bundan farklıydı” dedim Sybill’e O da:

“Evet bu saçları Grek rüzgarları ile taranmış olanlardan” dedi.

Kendini Sybill olarak tanıtan Sanatçı Sibel Okumuş… Bursa ilinden sergiye katılmış. Kybele ve Sybill konusunda çok güzel bir sohbetimiz oldu.

Bana göre yeryüzünde yaratılmış hiçbir pagan tanrı Kybele kadar acı çekmedi. Çocuklarını doğurup, çelik kundaklara sararak koruyan büyüten bir anne… Kybele, Evreni yeniden yorumlayıp, yaşamı kolaylaştıran kadın imgesi… Tahtını erkek Tanrı Zeus’a kaptırdığı yetmiyor gibi günümüze kadar, kadın olarak acı çekmekte…

İsa’nın insanlığın günahını yüklenmesi bile, Kybele’nin kadın olarak çektiklerinin yanında hiç kalır…

Bugün dünyanın dört bir tarafında Kybele’nin ruhunu taşıyan kadın, sadece kadın olduğu için acı çekmektedir.

Sybil Okumuş bu gerçeği tabloya dökmüş…

Uzun uzadıya sohbetim olabilseydi ona sorardım: “bu eserleri üretmenizde, Kybele’nin, Türkçe’ye evrilmiş adını ve simgesi olan Sibel’i taşımaktan etkilendiniz mi? “

Her kadın bir Kybele’dir ama Sibel ayrıca bu adı taşımaktır. Belli ki bunun gururunu yaşamaktadır.

Sanat, böyle bir şey işte…

Buda’nın (Gotama Sakyamuni) dediği gibi. “Yeryüzünde annemiz ve babamız olmayan hiçbir nesne yoktur…”

VAR OLUŞ YOK OLUŞTA MI?

Tuba Gökçe: Deprem: Adana’dan katılmış olan Tuba Gökçe’nin tabloları karşısında öylesine durdum.

Tuhaf düşüncelere kapıldım. Gözyaşı hem sevinç hem de üzüntünün ortak tepkisidir.

“Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe der…” Hasan Hüseyin Korkmazgil.

Çok tuhaf, cenneti ayaklar altına seren düşünceler ile cehennemi yaşatan düşünceler yumurta ikizi… Asla bilemeyeceğim var oluş, yok oluşta mı?

Tabloda bir kaos ve ana rahminde yeniden doğan bir bebek…

Tuba Gökçe oradaydı. Hiç sormadım, ama bakışlarımdaki soru işaretini kendisi gördü:

“Evet” dedi, “tam da düşündüğünüz gibi… Enkazda kalan hamile bir kadının tablosu…”

Bir yan ölüm, bir yan yeniden doğuş…

Bir olgu ancak böyle tabloya dökülebilirdi.

“Depremi anlattım… Çok acılar çekildi. Yaşanan deprem ve etkilerinin mutlaka belgelenmesi lazım… Bütün yıkımlara karşı, hayat inadına devam ediyor… Bunlara tanık olmak hem duygusal bir birikim hem de büyük talihsizlik” dedi. Anlattıkları bile üzüntüde sevincin, çaresizlikte direnişin bir baş kaldırışıydı.

Not olarak söyleyeyim, bu tablo ben de Salvador Dali’nin tarzını anımsattı.

“YA DİLEĞİM KABUL OLURSA?”

Zeynep Gülbol : Medeniyetler Buluşması

Hilal, Davut Yıldızı ve Haç…

Bu üç simgeyi her yan yana gördüğünde zihnim allak bullak olur.

Bazen Allah’tan bir şey dilemişimdir, sonra da olaylar öylesine değişir ki, bu kez dileğimi kabul etmediği için Allah’a dua ederim.

Üç kutsal dinin üç simgesi de böyle…

Sayın Zeynep Gülbol, Hatay ilimizden katılmış… Tabloları gerçekten de Anadolu Coğrafyasına yakışır iyi niyet duygularıyla dolu…

Hatay, dünyada daha çok bilinen adıyla Antakya, Hıristiyanlığın en kutsal beş şehrinden biridir. Beş kutsalın üçü (Antakya, İstanbul, Efes) Anadolu topraklarındadır. Ve Mevlana’nın varlığında “Gel, ne olursan ol yine gel, İster kâfir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel, Bizim dergâhımız, ümitsizlik dergâhı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel” meşalesi, yeryüzünde sadece Anadolu topraklarını aydınlatmıştır.

Bu anlayış, kültür, sanat ve siyasetimizin en değerli omurgası olmuştur.

Sanatçılarımız doğal olarak bundan etkilenmiştir.

Zeynep Gülbol’un yapıtlarını bu bakış açısıyla önemsedim.

Aynı tabloda bu topraklarda yaşamış medeniyetlerin tümünü bir tabloda yaşatmayı başarmış Zeynep Gülbol’u hanımı takdir ettim. Komşunun komşuya, aynı otobüste birbirine tahammül etmeyen insanlarla dolu bu dünyada böyle iyimser tablolara ihtiyaç var.

VE BİR PUDUHEPA…

Azize Atasoy Ekli: Hititlerin sembolü olan Hitit Güneş Kursu, günümüz Türkiye’sinin de bir simgesi olarak Ankara Sıhhiye Meydanı’nda durmaktadır.

Kurs sembolü içinde yer alan bütün motifler, Türk mitolojisinde derin anlamları olan figürlerdir.

Merkezde güneş ve çevresinde, üreme, bereket, yeniden doğuş, güç, egemenlik gibi kavramların simgesi… Kuşlar özgürlüğü simgelerken, güneş aynı zamanda bütün varlıklara enerji veren bir güç olarak görülmektedir.

Kursun altında bir mühür baskısı.

Arkeoloji konusunda uzman değilim, Puduhepa’nın mı, üvey oğlu Tuthaliya’nın mı veya ikisinin birlikte kullandığı bir mühür mü olduğunu anlayamadım.

Bu tablolar Sayın Azize Atasoy Ekli tarafından yapılmıştı. Kendileriyle tanışmıyordum bu nedenle soramadım. Zaten Küratör olarak hem yurt ve şehir dışından gelmiş olan sanatçılara hem de ziyarete gelmiş sanatseverlere ev sahipliği yapıyor olmalıydı.

Bir yanda Bin bir Gece Masallarından koparak gelmiş, munis bir kadın, hemen altında, kendisinin tutsak eden bütün değerlere ve zincirlere direnen bir amazon ve Puduhepa’nın olduğunu düşündüğüm mühür baskısı…

GÖZLERİ GÜNEŞ KADINLARIMIZ

Tablo bana, her dönem ve her ruh halinde kadınlarımız Puduhepa’nın ruhunu taşımaktadır mesajı verdi. Belki Sayın Ekli’nin farklı bir mesajı vardı. Olsun, ben böyle algıladım.

Her ne kadar Sayın Prof Dr. Ahmet Ünal ve Serdar Girginer, Puduhepa’ya yüklediğimiz anlamların gerçek olmadığını söylüyorsa da ben bir yalana inanmak istiyorum:

“Puduhepa, kadınların ruhunu ve bedenini tutsak eden bütün değerleri parçalayan ve kadınlarımızı hak ettiği mevkiye yükselten bir kahramandır…”

Böyle düşünmemim ne mahsuru var?

Bir Hint Veda Metni, “Kadın insanlığın ruhudur” der.

Bu veda metni, Puduhepa’dan çok sonra yazılmıştır. Kadınlığı yücelten bütün anlayışlara ruh veren kimsenin “Hemşerimiz Puduhepa” olmasında bence hiçbir mahsur yok.

Puduhepa, kadın özgürlüğünün ilk çağdan günümüze yansıyan baş mimarıdır. Değilse bile…

Hemen yandaki portrede onun da Puduhepa olduğunu zannediyorum… (Sergide gördüğüm her kadın Kybele veya Pudıhepa idi… Sadece hitap ettiğim adları değişikti.) Gözlerini kapatmıştı. Hemen arkasında parlayan bir güneş vardı. Eğer onun da gözleri açık olsaydı, dünyayı aydınlatan iki güneş olurdu ki bu imkânsızdı.

Sayın Ekli herhalde her kadının gözleri bir güneştir mesajı vermek istiyordu.

Ben böyle bir mesaj aldım.

Bu etkinliğe katılan bütün sanatçılara, düzenleyen Azize Atasoy Ekti’ye, konuklara ve teveccüh gösterip davet eden Sayın Ayşegül Kavas’a teşekkür ederim…