ALP EŞBER VE YERALTINDAN MASALLAR

0

Beyin altınla kaplanınca, önce utancını kaybeder.

Alp Eşber

Şuna inanırım: Bir mühendis sadece proje çiziminden anlıyorsa, gerçekte mühendislikten de anlamıyor demektir. .

Bu ayın ilk haftasında (7 Şubat 2025) Korart Galeride bir resim sergisinin açılış kokteyli vardı. Maalesef Sevgili Alp Eşber’in “Yeraltından Masallar” adını verdiği etkinliğin açılışında bulunamadım.

Daha sonra sergiye gitmek kısmet oldu. Eşi Pınar Eşber ve bir sanatsever olan Rahime Korkut hanımefendi ile birlikteydiler.

ÖZGÜN BİR RESSAM…

Biraz da iyi oldu, hiç olmazsa Sevgili Alp, hiç üşenmeden tabloların hangi anlama geldiklerini tek tek anlattı. Böyle bir fırsatı yakaladığım için teselli buldum.

Alp’i dinlerken, mühendisler için edindiğim yargının ressamlar için de geçerli olduğu kanısına ulaştım. “Bir ressam sadece resimden anlıyorsa gerçekte ressam da değildir…”

Bana tabloları anlatan, bir ressamdan çok fazlaydı.

Bazı resimlerde psikolog, bazı resimlerde sosyolog, bazılarında da bir antropolog gibi… İnsanın ve doğanın ruhunun bir tabloya nasıl yansıdığını / yansıtıldığını gördüm.

Her tablonun bir adı ve bazı tabloların da bir masalı vardı.

Masal deyip geçmeyelim; masalını kaybetmiş toplumların ne kadar kuru yaprağa benzediklerini tarih bütün çıplaklığı ile göstermiştir.

YER ALTI VE TOPRAK

“Bir ölünün Seyir Defteri” adlı kitabımda, mezarlıklarda en yaşlı ölüyü arama yolculuğuna çıkmıştım. Birçok ölü – ya da kendini ölü sanan – değişik kavram ve nesneleri göstermişti. Mitolojilerden, destanlara, destanlardan türkülere… Ve ben bütün bu kavram ve algıların ötesinde en yaşlı ölüyü buldum: Toprak…

Bu güne kadar kâinatta topraktan yaşlı ölü yoktur. Yer altı dediğimiz yer toprağın cevheridir, özüdür.

Bilmiyorum, aranızda yeraltının fotoğrafını gören var mı? Sağ olsun, bölgemizin ve ülkemizin deprem abisi Melih Baki, bana bu tür fotoğrafları gösterdi. İnsan güzellikten dehşete düşer mi? ben yeraltının muhteşem renkleri ve güzelliğinden dehşete düşmüştüm.

 Masal deyip geçmeyelim; Yeraltından masallar, insanlığın kültürel varlığıdır. Yeryüzü ve gökyüzünde insana ve varlığa ait ne varsa yeraltında depolanır.

Ressam Alp Eşber bu depodan bazı malzemeleri tablo olarak önümüze getirdi:

Narsizm, Utanç, Rüya, Dans, Müzik, yıkılma, dönemler gibi ve bu kavramlar, renkler ve sembollerle tablolarda yerini almış… Geyik, Arslan, At, Gül…

Serginin “Yeraltından Masallar” olan adı bana bu düşünceleri çağrıştırdı.   

Her tablonun hikâyesini anlattı ve her tablo şiirsel bir anlatımla önüme serildi.

“MADENCİNİN UMUDU…”

Sanıyorum serginin tek siyah beyaz tablosunun önünde durduk… Zor koşullar altında özgürlüğün sembol olan bir atın direnişi resmedilmişti. Tablonun adını görünce zihnimde çağrışımlar oldu: “Madencinin Umudu…”

Gerçekten de Dante’nin Cehennemi gibi bir ortamdan adına geçim denilen zebaniyi alt etmek kolay değildi. Bu direnişin yeraltındaki mücadelesi yansımıştı tabloya…

Gökyüzü ile simgelenen yaşamı, ölüm ile simgelenen yeraltından söküp atmak için ancak bir madencinin inancına ve cesaretine ihtiyaç vardı. Ve Alp bu mücadeleyi bir tablo ile ölümsüzleştirmeyi başarmıştı.

UTANÇ

Yaşamdaki en büyük hayalim, “Utanmanın tarihi”ni araştırıp yazmaktı. Bizi yüz yıl ya da beş yüz yıl önce utandıran konularla, bugünkü konuları karşılaştırmak… Ne güzel bir çalışma olurdu. Başaramadım.

Alp Eşber, adını “Utanç” koyduğu tablonun önünde, insanlığı utandıranın ne olduğunu anlatırken aklımdan bunlar geçiyordu. Bizlerin kutsal kitabı ve yaratılış mitoslarında yaratılan ilk canlı ancak utanarak insanlaşmıştır.

Alp, “İnsanın beyni altına teslim olursa önce utancını kaybeder” diyordu: “utancını kaybeden, insanlığını da kaybeder”

Utanç Tablosu, destansı bir anlamı resmetmişti. Renklerin anlamı konusunda uzman değilim, bu renkleri neden kullandığının da bir anlamı vardır elbette… Ne olursa olsun tablo, derin bir felsefenin ve psikolojik bir tespitin resmedilmesiydi.

EVRELER

“Başlangıç ve bitiş, insanın doğumundan Tanrılaşmaya geçtiği süreç ile en kırılgan anından en yırtıcı anına kadar olan sürecini anlatan bir tablo. Fiziksel evrenden mistik aleme dönüş evresi…” böyle söyledi Alp… 

İnsanın şahsında insanın ve doğanın üç çağının anlamını içeren tablo… Kutsal üçleme gibi… Doğum, yaşam ve ölüm…  Giriş, gelişme sonuç… Çocukluk, gençlik yaşlılık… Bir ağacın içindeki katmanlar o ağacın yaşını belirler… İnsanlığın çağında ise bu katmanlar yüz çizgileridir. İnsanın kazandığı her yüz çizgisi, yaşamının en derin izlerinin destanıdır. Çocukluk ve gençlikte pürüzü olmayan yüz, destanı olmayan bir hayatın ederidir. Deneym, acı ve tatlı hatıralar, yıkıntı ve çöküntüler gençliğin pürüz olmayan yüzünü kazıyarak bir eser ortaya çıkarır: Kırışık yüz…

Kırışık yüz, öte çağdan günümüze bırakılmış bir tablettir.

Aynı tablo içinde, iyilik ve kötülük (baykuş ve güvercin9, başlangıç ve bitiş, değişen göz renkleri, hepsi de farklı anlamların yansıması…

Dedim ya… Bir insan sadece resim yapmaktan anlıyorsa gerçekte ressamlıktan da anlamıyordur.

Her tablo bir felsefe, bir antropoloji kitabı okur gibi gözlerinin önüne serilmişti.

Tablolar, “Ben yaptım oldu” değil, her kıvrım bir paragraf, her renk bir konu, her fırça darbesi bir anlam yüklüydü.

VE ÖNERİ

Sohbetimiz sırasında sanatsever Rahime Hanım sordu: Perspektifi nasıl yakalıyorsun?” Alp:

“Milimetrik ölçümler yapmıyorum, perspektifi kendi bakış açım belirliyor… Öylesine özgün bir ressam tanımış oldum.

Alp Eşber, esas zihninden geçenlerin ana başlıklarını anlatıyordu. Tabloların içinde, Yıkılma, Narsizm, Denizcinin Rüyası, Geyik Avı, At ve Gül, Bir Varmış Bir Yokmuş, Majeste, Bu valsi Al, Bağlar, Müzik Kapılarını Açmak, Kral çıplak adını verdiği tabloları tek tek inceledim. Ve çok etkilendim. Sevgili Alp’e, bu anlattıklarını ayrıca yazmasını önerdim. Bana anlattıkları bir yazıya dökülse, muhteşem bir “Denemeler” kitabı olur.

Bu yazı biraz geç kaldı, keşke açılışa gitseydim ve sanatseverleri davet etseydim…

Ne iyi olurdu.

Adana, sanat dünyasına Alp Eşber’i de kazandırmıştı.