“Hepimizin adı, Alevi, Sünni, Dürzi, Türkmen, Nusayri ya da Hıristiyan olabilir, ama soyadımız Türkiye Cumhuriyetidir…”
Ömer Çelik AK Parti Sözcüsü
İsrail Ajanları ve Sahte solcuların kuklası bir sahte şeyh çıkmış; Nusayriler adına İsrail’i göreve çağırıyor. Buna kargalar bile gülmez…
Bu kişinin Nusayriler adına konuşması Hürriyetin ve inancımızın temelinde olan hoş görünün doğurduğu bir krizdir.

KIBLESİ İSRAİL OLANLAR
Cehalette ve cemaatte demokrasi uygulanamaz. Din inancında demokrasinin en ulvisinin gerçekleşmesine bugünün cemaat ve cehaleti izin vermez.
İsrail, 20.yy’ın başında hüküm süren Nazizm’i bugün Siyonizm kılığında Gazze’ye getirmiştir. Aynı İsrail’i kıble edinmiş bir adam, katilleri, Nusayrilerin güvenliği için çağırmaktadır. Adının Selim Narlı olduğu bilinen bu Sahte Şeyh’in kim olduğuna ve çağrısının hikâyesine bakalım:
Lazkiye ve Tartus’ta yaşanan kıyım üzerine ABD ve İsrail’in ortak ajanı olduğu iddia edilen PKK’lı terörist Mihraç Ural 10 Mart 2025 tarihinde şu çağrıyı yapar:
“(…) Artık bu zalim kıyımdan çıkış ve yeni atılımlar için federasyon çağrılarına sarılmamız gerekmektedir. Federasyon için Alevilerin Kürtlerle, Dürzîler ve diğer azınlıklarla omuz omuza yürümeleri hayati önem taşımaktadır.”
“Alevi dağlarından kim önce silahları sıkarsa diğeri de ardından gelir…”
Bu çağrı batılı emperyalizmin hizmetinde kiralık katillik yapan ve artık çökmeye yüz tutan PKK’nın, Nusayrileri yanına çekme girişimidir. Ve bu çağrı fark ettiğiniz gibi, İsrail’in amacına hizmet etmektedir.

SAHTE SOLCULARLA KOL KOLA…
Ajan Mihraç Ural’dan bu pası alan, Sahte Şeyh Selim Narlı, ellerini DEM Parti Milletvekili Tülay Hatimoğulları Oruç’un eşi olan Talat Oruç’un omuzlarına koyar ve şu açıklamayı yapar:
“Resmi olarak ben görevlendirildim! Ben talepte bulunacağım İsrail Hükümetinden oradaki masum halkın güvenliği için…” diye söze başlar. Görevi kimden aldığını söylemeden:
“(…) Yahudi devletine diyoruz ki sizinle savaşacak gruplara eğitim ve hazırlık yeri olacak bu aşırı İslami hareketten kurtulmak için elimizi uzatıyoruz ve en iyi sadık dostlarınız olacağız.
*IDF’den uçaklarını hareket ettirmelerini ve bizi korumalarını istiyoruz,
*İsrail Savunma Bakanlığı’ndan yüzlerini ve savaş gemilerini sahile çekmesini talep ediyoruz,
“Dürüst İsrail medyasının başımıza gelen katliamlara ışık tutmasını istiyoruz…
Bunları talep eden Sahte Şeyh, ardından amacını açıklıyor:
“Bu radikal İslami devletten ayrılmamıza yardım edin…” diye sözlerini bitirir.
Bu amaç zaten İsrail’in nihai hedefidir. İsrail, bu ajan ve sahtekârların ağzından kendi hedefini Nusayrilerin talebi olduğu imajı vermeye çalışır.
Lazkiye’de yaşananların İsrail’in kışkırtmasıyla olduğu iddia edilmektedir. Hedef aynı; Halkları birbirine kırdırarak, bölünmüş, parçalanmış, güçsüz bir yapı oluşturmak.
Daha da ötesi Suriye’de yaşanacak bir mezhep çatışmasının Türkiye’ye sıçratılmasıdır.
Nusayriler bu tuzağa düşmeyecektir, düşmemelidir…

VE DUYGULARIM VE İNANCIM…
Kimseden resmi bir görev almadan, sadece bu coğrafyada yaşayan bir Nusayri olmam sıfatıyla duygularımı paylaşacağım.
Hatırası kalbimizde çok acı olan ve bazı süreksiz ve talihsiz deneyimlerden sonra, Nusayri inancı mensupları bir kez daha öz yurtlarında siyasi hesaplaşmalara alet ediliyor.
Daha yüz yıl önce liyakati olmayan bir güruhun günahlarından kurtulup, kendi yurdumuzun özgür bireyleri haline geldik.
Milletlerin binlerce sene, şakakları kanaya kanaya ermek istedikleri hürriyete bu yurdun insanları omuz omuza verdikleri mücadeleden sonra kavuşmuşlardır.
Bu topraklar üzerinde asırlarca hükümran olan sessizlik, sağırlık ve karanlık bir körlüğün saltanatı yine bu yurdun insanların ortak atan kalpleri ile yerle bir edildi.
Yedi başlı zebaniye, aynı ülküyü paylaşan gruplar karşı koyarak, bağımsız bir bayrak ve bağımsız bir yurt kazanıldı.
Gökyüzünde türkülerimizin ezgisi, toprağın altında kanlarımız karıştı.
Bu ruh, mezhep ve ırk ayrımı yapmadan bu topraklarda yaşayan her insanın ortak ruhuydu. Mustafa Kemal’e millet tanımı konusunda esin veren bu ruhtu. “Türkiye halkı, ırken veya dinen veya harsen (Kültürel) birleşik ve yekdiğerine karşı hürmet ve fedakârlık hisleriyle dolu ve menfaatleri ortak olan toplumsal bir heyettir.”
YİNE CANIM ADANA’M…
Adana’da yaşlıların Türkçe bilmediği bir mahallede doğdum. Türkçe bilmeyen bir anne ve Türkçeyi de Arapçayı da çok güzel konuşan bir baba tarafından yetiştirildim. Evimin yaya mesafesinde bir ilkokulda eğitimimi Türkçe tamamladım. Annemin Arapça konuşmasına Türkçe cevap verdim. Evimde Arapça konuşuluyordu; bundan dolayı kimse bana / hesap sormadı.
Nusayri olduğumu, Nusayri olmayanlar arasında yaşadığım zaman öğrendim. Nusayri olmayanlar arasına (ortaokul ve lise çağları) gidene kadar bunu bilmiyordum.
İşte o zaman “Bu topraklar üzerinde asırlarca hükümran olan sessizlik ve körlüğün kalıntısı olan cehalet ve ayırımcılığa tanık oldum…” Kalıntı ise bunlar kalıntıydı ve sayıları çok azdı.
Devletin okullarında okudum, hastanelerinde tedavi oldum… Hiçbir yerde “alevi ya da Nusayri olmamdan dolayı bir ayırımcılık ile karşılaşmadım. Alevi olmayanların sahip olup da benim sahip olmadığım hiçbir hak yoktu.
(Ayırım yapanlara çok acırdım… Devletin politikası olarak değil –Bu dönemin Diyanet İşleri Başkanlığı hariç – Ortaçağ cehaletinin kalıntılarıydı ve herkesin bildiği kaynaklardan besleniyorlardı)
Bundan yüz yıl öce bu devletin Büyük Millet Meclisi’nin vekil kürsülerinde, belediyelerin makam koltuklarında Nüsayriler onurla görev yapıp unutulmaz hizmetler verdiler. . Hala da öyle… Bu devletin savunmasında, kurulmasında ve yönetiminde Nusayriler daima saygın yerini almışlardır.
Ben de bu yapının yetiştirdiği önce Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşı, sonra da yurtsever Nusayri bir insanım. Nusayri olmaktan onur duyuyorum ancak bu hiçbir şekilde başka etkin kökenlerden bir üstünlük gerekçesi değildir.
Kendi hayalini kuramayıp, başkalarının hayalinin kuklası olmaya özenenler, Nusayrileri saygı duydukları bu devlete karşı kışkırtamazlar.
Aylar önceki yazımın başlığı şuydu: “Esat yenildi, Suriye değil…”
Suriye’de bütün grupları kucaklayacak güçlü bir devlet kurulacaktır. Bu gün ya da yarın.
Bu konuda son zamanlarda rastladığım en güzel tespitlerden birini Ömer Çelik yapmıştır:
“Hepimizin adı, Alevi, Sünni, Dürzi, Türkmen, Nusayri ya da Hıristiyan olabilir, ama soyadımız Türkiye Cumhuriyetidir…”
SONUÇ OLARAK
Bir Nusayri olarak, İsraillilere hizmet eden bu tertibin bir parçası olmayacağım…
Sahte solcular ve Sahte şeyhlerin kullanacağı dolgu malzemesi olmayacağım. …
Etnik ve mezhepsel çatışmayı körükleyen bir oluşumun içinde yer almayacağım gibi daima karşısında konumlanacağım.
ABD ve İsrail Politikalarını savunan, güden, amaçlayan kişi, grup ve partilerin toplantı ve mitinglerine katılmayacağım… Gölgemi bile bu bölücü faaliyetten esirgeyeceğim.
Alisiz Alevicilerin geldikleri bu noktadan alınan ibreti yarınlara taşımak için çaba göstereceğim.
Coğrafyamızda yaşayan Nusayrilere güveniyor ve bu tertibin içinde yer almayacaklarına inanıyorum.
Not: Bu satırları kaleme almadan önce – rastlantı olarak – “Hamdullah Suphi Tanrıöver”in 11 Eylül 1930 tarihili Akşam gazetesinde yayınlamam “Bu Sesi Koruyacaksın” başlıklı söylevini okuyordum. Çok esinlendiğimi fark ettim.
Editörün Notu: Sedat Memili’nin bu yazısı ‘My Nusayri Feclings’ başlığıyla İngilizce ’ye çevrilerek dünya medyasında yer buldu.