Mesele Hz. Ali’yi değil, yolunu sevmektir.

0

İsminin önünde bol unvanlar taşıyan Mustafa Erol hocamın yazılarını mutlaka okurum. Kendine has yazı stiliyle düşündüklerini okuyucuya aktarır.

Düşündüklerine katılmadığım yanlar çok fazladır, aman onun yazan kişiliğine ve savunduğu fikirleri açıkça dile getirmesine de saygım sonsuzdur.

Düşündüklerimizi bilimin ışığında tartışırsak hem kendimizi geliştiririz hem de insanlığa bir katkımız olur düşüncesindeyim.

Mustafa Erol  ‘İtiraf Ediyorum…’ başlıklı son yazısının beni hayal kırıklığına uğrattığını da söylemeden geçemeyeceğim.

Eğitimci-yazar-şair unvanlı Mustafa Erol, Alevilik- Sünnilik üzerine kaleme aldığı yazısında; “Alevilik eğer Hz. Ali ve oğullarını sevmek ise, Sünniler Alevilerden daha çok alevidirler… Çünkü Hz. Ali ve oğullarını daha çok severler…” kesin hükümlü cümlesini kuruyor.

Hoca haddini aşan bu kesin hükmünden sonra hızını alamıyor ve devam ediyor:

Sülalemde Ali ismi de var, Hasan ile Hüseyin ismi de var. Oysa Alevilerin çoğunluğu çocuklarına siyasal olarak isimler koyduğunu biliyoruz. Deniz, Mahir, Ulaş gibi… Ve Kaya, Su, Savaş, Vural gibi…”

Nereden bakılırsa bakılsın tarih bilincinden tutarsız bu satırlar, akla eleştiri getirirken bir dönemin içinden sadece bir grubun aklını kutsamaktan başka bir şey değildir.

Hoca, bu satırlarıyla Sünniliği yüceltirken, Alevileri aşağıladığının acaba farkında mı? Bu aşağılamayı bilinçli bir şekilde yapıyorsa yazık, hem de çok yazık!..

HZ. ALİ KİMDİR?

Hz. Ali İslam dünyasının ortak değeridir. Hz. Peygamber’in hem özel kâtibi hem de vahiy kâtibidir. Hudeybiye’de yapılan anlaşma metnini yazan kişidir. Kâbe’deki putları imha etmiş, pek çok gazve ve seriyyede yer almış ve Hz. Peygamber’in sancaktarlığını yapmıştır. Uhud ve Huneyn savaşında yaralanmasına rağmen Hz. Peygamberi bütün gücüyle korumuştur. “İlmin kapısı” olarak nitelendirilir.

Bu noktada birkaç tespiti daha hocamın dikkatine sunmak isterim. Hz. Ali’nin üç halife döneminde idari anlamda bir görev almadığı ve savaşlara katılmadığı görülür. İlimle uğraşır. Ebu Bekir ve Ömer fıkhı konularda onun fikirlerine başvurur. Hz. Ali Osman başa geçtiğinde yapılan uygulamalardaki yanlışları görür ve uyarılarını yapar.

Halifelik seçimi, savaşlar, sahabenin sahabeyi öldürmesi gibi pek çok neden kader konusunu, o da iman-amel ilişkisinin tartışılmasını zorunlu kılar. Böylece mezheplerin oluşumu başlar. Dokuzuncu yüzyılın sonunda Maturidilik ve Eş’arilik doğar. Yaşanan sosyal ve siyasi olaylar, içeriğin ve hükümlerin de belirleyicisidir. Farklı yaklaşımlar iki ana akım olarak bilinen Şia ve Sünnilik adı altında kurumsallaşır. (1)

Sonuç olarak hocam, Hz. Peygamberimiz Veda Hutbesinde; “Ali’nin eti benim etimdir. Ali’nin canı benim canımdır. Ali’nin kanı benim kanımdır. Her kim ki Ali’yi severse, beni sever, Beni seven de Allah’ı sever. Her kim ki Ali’ye düşman olur, bana da düşman olur, Bana düşman olan da Allah’a da düşman olur. Ali’nin dostluğunu kazanan benim dostluğumu, benim dostluğumu kazanan da Allah’ın dostluğunu kazanır” buyurmuştur.

O yüzden Sünnilerin, Hz. Ali’yi sevmelerinden daha doğal bir gerçeklik yoktur.

Ama asıl mesele Ali’yi sevmek değil, Ali’nin ilmini yolunu sevmektir.

 

  • Ayşe Sucu ilahiyat Prof.