İl olmak istiyoruz ama…

0

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, “ Cumhuriyet’in yüzüncü yılında 100 il 1000 ilçe” önermesinin ardından il olmak isteyen ilçelerin yöneticileri kamuoyu oluşturmaya başladı. Ve hatta bazı ilçeler daha da ileriye giderek plaka numarasını bile ilçe girişlerine astılar.

Elbette tüm bunlar kentin dinamiklerini ve seçmenleri mutlu etmekten öteye gitmeyen, siyaset kokan organizasyonlar. İl ve ilçe sayısını çoğaltmak istemenin ilerde “Eyalet Sistemi’ni” doğuracağını Sayın Bahçeli bilmez mi?

Manavgat’ın da aralarında olduğu il olmayı bekleyen ilçelerin yöneticileri, ilçelerinin il sıfatını almakla sosyo-ekonomik açıdan kalkınamayacağını iyi düşünmek durumundadır.

Amaç siyasi rüşvet mi?

Osmanlı’dan devralınan coğrafyanın küçülmesi ile Cumhuriyet idaresi de kıt kamu kaynaklarını daha verimli kullanabilmek için il sayısını azalttı. 1936 yılından sonra ağırlıklı olarak güvenlik gerekçesiyle il sayısı yeniden artmaya başladı. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminden itibaren yeni il, ilçe yapılması “Seçim Rüşvetine” dönüştü.

Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk, iller-ilçelerle ilgili yayımlanmış bir kitabı da bulunan Emekli Mülkiye Başmüfettişi Recep Sanal’a, “İlçenin il yapılmasının ülkeye bir faydası var mı?” diye sormuş.

Recep Sanal’ın anlattıkları bilimsel verilere dayanması açısından oldukça önemlidir. Sanal, şunları söylemiş:

Sosyo-ekonomik açıdan kalkınma olmaz

“Bir idari birim, il ya da ilçe sıfatını almakla sosyo-ekonomik açıdan kalkınmaz. Orada devletin veya özel sektörün yatırım faaliyetlerinin büyüklüğü esastır. Yani bir idari birimin sosyo-ekonomik açıdan cazibe haline gelip gelmediği önemlidir. Şayet bu yönde kuvvetli bir eğilim varsa kamu hizmetinin gerekleri açısında o yerin idari statüsü de değiştirilebilir.

İller ilçeleşir, ilçeler köyleşir

İl-ilçe sayısı gerçek bir ihtiyaca dayanmadan arttırılırsa; iller ilçeleşir, ilçeler köyleşir. Bu durumda sosyo-ekonomik cazibe merkezi olan yerlerde büyük il (Eyalet benzeri) ve büyük ilçe (Mutasarrıflık benzeri) gibi yeni idare kademeleri oluşturma zorunluluğu doğar.

Bu süreç ise mevcut il sistemi yerine, tekrar Osmanlı’daki eyalet sistemine dönüşe gider. Oysa idare tarihimizde eyalet sistemini daha önce denediğimiz ve başarılı olmadığı için il sistemine geçtiğimiz bellidir. Çünkü eyalet sistemi, üniter devleti parçalayacak unsurlar içeren bir yapıdır. Ülkenin yönetim deseni üzerinde bilinçsizce oynanır ve salt siyasi çıkar amaçlı değişiklikler yapılırsa, devlet yapımızda başka kronik sorunlar ortaya çıkar.”

İl-ilçe ahalisi kendi kaderiyle baş başa kalır

İl sayısı 100, ilçe sayısı 1.000 yapılmakla; muhtar koltuğuna kaymakam, kaymakam koltuğuna vali oturmakla da sosyo-ekonomik kalkınma sağlanamaz. Bu işin bilime ve akla uygun yapılması gerekir. İl-ilçe rüşveti dağıtmak, partilerin her seçim sürecindeki artistlik patinaj hareketlerine dönüştü! Gösteri bitince il-ilçe ahalisi yine kendi kaderiyle baş başa kalıyor. Yeni illere vali yapılan kaymakamlar da sadece cebindeki kartvizit sayısını artırmış oluyor.

İdari birimleri parçalamak “EYALET SİSTEMİ’Nİ” doğurur

İçinden geçtiğimiz bilgi çağında haberleşme ve ulaşım alanlarında yaşanan hızlı gelişmeler, merkezden yönetimi her geçen gün daha da kolaylaştırıyor. Bu nedenle mevcut idari birimleri parçalayarak sayıyı çoğaltmak yerine, kamu hizmetlerinin yurt düzeyine dengeli ve etkin şekilde dağılımını sağlayabilmek için idari birim sayısını azaltmanın çarelerini aramak daha mantıklı görünüyor. Recep Sanal’da bu konuda şu önerilerde bulunuyor:

  • Merkez köyler oluşturarak, hinterlandındaki (iç bölge) gelişmeyen köyler mahalleye dönüştürülmeli.
  • Büyük ilçeler oluşturularak, hinterlandındaki gelişemeyen ilçeleri köye dönüştürülmeli.
  • Büyük iller oluşturularak, hinterlandındaki gelişemeyen iller ilçeye dönüştürülmeli.

Sanal, bu yönetim biliminin ilke ve esaslarına daha uygun olacağı görüşünde… Bu sayede mevcut il sayısının da 30 civarına düşürülmesinin uygun olacağını belirtiyor. Büyükşehir statüsündeki illerin, aslında optimal (en uygun) il sayısının ne olması gerektiğine de karine oluşturduğunu ekliyor.

Mülki idare partizanlaştırıldı

İdari yapımızdaki asıl kaygı il-ilçe sayısını arttırmak değil, ucube başkanlık sisteminin yarattığı “ikiz idare” çarpıklığından bir an önce kurtulmak olmalı. Zira cumhurbaşkanının iki şapkalı hali (idari-siyasi) devletin taşra idaresinin başındaki vali ve kaymakamları da yerel particilerinden rol çalma sürecine sokarak iyice partizanlaştırdı.

Yerel particiler ise cumhurbaşkanının aynı zamanda giydiği parti genel başkanı şapkasından aldıkları cesaretle kendilerine siyasi vali/kaymakam rolü biçerek mülki idareyi adeta felç etti. Gelinen aşamada davul mülki amirlerinin boynunda, tokmak ise yerel particilerin elinde. Siyasetçiler sadece yetkiyi kullanıyor, sorumluluğu ise bürokratların üzerine yıkıyor.